İtalya, üniversitede sanat tarihi okurken derslerde sıklıkla gördüğümüz ve her zaman gitmek istediğim bir yerdi. İtalya turunda Türkiye’de en iyi olduğu bilinen özel bir tur şirketiyle üniversiteden arkadaşım Hilal’le yedi günlük bir “Büyük İtalya Turu”na katıldım. 29 Haziran -6 Temmuz 2013 tarihleri arasında gerçekleştirdiğimiz bu tur Kuzey İtalya’dan başlayıp güneye doğru inen Torino, Milano, Venedik, Floransa, Roma ve Napoli şehirlerini içeriyordu.

gİlk günümüz Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminalinde tur rehberimizle sabah 06:15’te buluşma ile başladı. Türk Hava Yolları ile saat 08.20’de Torino’ya hareket ettik. Saat 10:25’te uçaktan inerek Torino şehir turu ile gezimize başladık. Torino’nun bende bıraktığı izlenim yeşil ağaçların bulunduğu geniş caddeleri, şehir merkezinde meydan anıtı, kiliseleri ve o gün gittiğimizde tesadüfen karşılaştığımız dünyaca ünlü meşhur bir takımın basketbol tanıtımı oldu. Ayrıca tarihi tiyatrosu Teatro Regio (1740) da nitelikli bir yapıydı. İtalyanların sanata verdiği önem, sanatın icra edildiği eski binalarının korunmasından da anlaşılıyordu.  Turumuzda görülmesi gereken birçok yer ekstra tura dahildi. Grubun çoğunluğu da bizim gibi düşündüğü ve gelmişken her yere gitmek istediği için ekstra turların hepsine katılabildik.

Şehir turunun ardından ekstra tur olarak aynı gün Milano’ya gittik. İtalya’nın ve Avrupa’nın en gelişmiş ve en zengin şehirlerinden, aynı zamanda ticaret ve modanın merkezlerinden biri olan Milano şehir turunda; Galleria Vittorio Emanuele II, Duomo Katedrali, Scala Meydanı’nda dünyanın en tanınan opera binalarından biri olan La Scala, Fortezza Kalesi, Leonardo Heykeli gördüklerimizin başlıcalarıydı. pİstanbul’un Nişantaşı gibi lüks bir semtine benzer bir havası vardı moda merkezi Milano’nun. Ayrıca sokak çalgıcıları, ressamları ve satıcılarıyla oldukça hareketli bir yerdi. Özellikle Galleria Vittorio Emanuele II çarşısı mimarisi ve dükkanlarıyla görülmesi gereken bir yapıydı. Rehberimiz Prada’nın en eski mağazasının da bu çarşıda olduğunu hatırlattı. Rehberimizin ilk gün bize söylediği en önemli bilgilerden biri Kuzey İtalya’dan Güney İtalya’ya inerken çevrede gördüğümüz yapıların haricinde, yiyeceklerin ve hatta toplumun kalitesinin düşeceği bilgisiydi. Kuzeydeki şehirlerde caddedeki yaya geçitlerinde insanlara yol veren araç sürücülerinin güneydeki son durağımız olan Napoli’ye indiğimizde aynı tavrı göstermemeleri bunun küçük bir göstergesiydi. Tur bitiminde görüşümüz her açıdan söylediği gibi olmuştu gerçekten de. Bunun en önemli sebebi stratejik konumu sebebiyle yüzyıllar boyunca Kuzey İtalya’nın korunaklı olması ve zengin kesimin burada yaşamasıydı. Limanlarıyla meşhur Güney İtalya ise tarih boyunca birçok savaşın içinde kalarak istilaya uğramıştı. Milano’daki turumuz sonrasında Torino’da kalacağımız Idea Mirafiori Oteli’ne geldik. İtalya’daki ilk günkü izlenimim umduğumdan daha yeşil bir ülkeyle karşılaşmak oldu. Otobüsle şehirlerarası yolculuklarımız sonraki günlerde de o kadar güzel ve çabuk geçti ki bunda kesinlikle yeşilliğin bol olması etkiliydi.

j2. Günümüzde sabah erkenden yaptığımız kahvaltı sonrasında Venedik’e hareket (406 km) ettik. Venedik’e ulaşmak için otobüs yolculuğumuzdan sonra vaporetto denilen küçük bir vapurla, etrafı seyrederek ve fotoğraf çekerek zevkli bir yolculuk yaptık. Vaporetto’dan iner inmez motorlu araçların olmadığı masalsı şehrin atmosferine girmiştik. Venedik’te yaptığımız şehir turunda San Marco Katedrali ve Meydanı, Dükler Sarayı, Canale Grande, İç Çekme Köprüsü ve Rialto Köprüsü gördüğümüz yerler arasındaydı. Serbest zamanda ise San Marco Meydanı’ndaki restoranların canlı müzik yapan gruplarını dinleyerek katedralin, meydandaki güvercinlerin fotoğraflarını çektik. Dar sokaklardan oluşan Venedik’te kanallara açılan sessiz sokaklara girerek gondolları fotoğrafladık. Venedik’in en önemli özelliği olan kanallar arasında gondolla gezinmek günün en akılda kalıcı yönüydü. Bizim için İtalya turunun en çok yapılması gerekenlerinden olan gondol turu, gondolu kullanan kişiler için günlük ve çok sıradan bir iş olmuştu elbette. Bunu gondolu kullanan kişilerin hiç durmadan birbirleriyle konuşmalarından anlıyorduk. hYan yana üç gondolun geçmesi gereken durumlarda ise çok tecrübeli olan gondol kullanıcılarının bunu rahatlıkla yaptıklarını gördük. Öğrendiğimiz bilgilerden biri de gondol kullanıcılığının 13. yüzyıl’dan günümüze İtalyanlarda babadan oğula geçmesiydi. İtalyanlar’ın geleneklerine bağlı olduklarının kanıtlarından birisiydi bu aynı zamanda. Altı kişilik olan gondollar dar kanallar ve 13.-18. yüzyıl’a ait tarihi binalar arasında bizi gezdirerek dinlendirici bir hava yarattı. Buradaki birçok dükkanda sıklıkla Burano’da üretilen cam eşyalar bulunuyordu. Fiyatları biraz pahalıydı. Meşhur Venedik maskeleri ise 5 euro gibi en makul fiyattan başlayıp en yükseğe kadar birçok çeşidi içinde barındırıyordu. Venedik’in büyülü atmosferinden tekrar vaporettoyla otobüsümüzün olduğu terminale ulaşarak kalacağımız Noventa di Piave bölgesindeki Base Otel’e geldik.

af3. Gün sabah kahvaltısı sonrasında Floransa’ya hareket (254 km) ettik. Rönesans’ın doğduğu şehir olan Floransa’daki şehir turunda ilk durağımız Michelangelo tepesiydi. Burada bol bol manzara fotoğrafları çektik.  Tarihi kent merkezinde ise Duomo Kilisesi (Santa Maria Del Fiore), Vaftizhane, Eski Saray, Ponte Vecchio, Piazza Signoria gördüğümüz yerler arasındaydı. İtalya turunda en çok merak ettiğim yapılardan ikisi Ponte Vecchio (14. yüzyıl) ve dün gezdiğimiz Ponte Rialto (1591)’ydu. Bunun sebeplerinden birisi İtalya’daki bu iki köprü ile, Bulgaristan’daki Osma Köprüsü ile birlikte dünyadaki dört arastalı köprüden biri sayılan Bursa’daki Irgandı Köprüsü’nü (1442) karşılaştırmaktı. Tabii ki yapım tarihleri ve mimari açıdan farklılıkları vardı bu yapıların ama her biri bulunduğu şehrin simgesiydi. Ponte Vecchio, üzerinde hediyelik eşya dükkanlarının bulunduğu, dükkanların ahşap kepenklerle kapandığı sürekli kalabalık bir köprüydü.

Floransa’da dolaşırken İtalyan ressamların ünlü resimlerini yapan sokak ressamları da sıkça karşımıza çıktı. Floransa’da dünyanın en ünlü sanat müzesi olan Uffizi Müzesi, bizim gittiğimiz gün Pazartesi’ye denk geldiği için kapalıydı. Açık olsaydı da girip giremeyeceğimiz belli değildi. Çünkü burada çok sıra olduğunu ve önceden internetten bilet alınıp gelinmesi gerektiğini öğrenmiştik.

oTurda en çok dikkat çeken konulardan biri de bütün şehirlerin tarihi kent merkezine girerken turist otobüsü olduğumuz için rehberimizin ödediği şehre giriş ücretiydi. Bu uygulama, kentlerine çok önem veren ve belki de eskiden kalma bir alışkanlık olarak görülen prosedürdü. Tarihi ve korunmuş kentleri ile turizmden büyük bir gelir sağlayan İtalya’nın bu uygulaması bizim ülkemizde de tarihi kent merkezlerine girerken bu tür bir uygulamanın yapılabilmesi gerektiğini akla getirdi. Ayrıca her şehirde bize ülkenin yerel rehberi de eşlik etti.

Akşamüzeri tur bitiminde Floransa’da Alex Otel’e gelerek burada konakladık. Alex Otel odalarının dekorasyonu, restoranı, güleryüzlü ve sıcakkanlı personeliyle tur sonunda en çok beğendiğimiz otel olarak zihnimizdeki yerini aldı.

4.Gün sabah kahvaltısı sonrasında ekstra tur olarak Toscana bölgesinin ünlü kasaba ve şehirlerinden San Gimignano, Siena ve Pisa´yı görecektik.

zTesadüfen turumuza denk gelen 2 Temmuz günü Palio at yarışlarının yapılacağı günmüş. Bu yüzden ilk durağımız ileriki saatlerde izdiham olur düşüncesiyle Siena oldu.  Küçük bir yerleşim olan Siena özenle korunmuş ve halen oturulan evleri, turistik yanı olsa da mahalle havasını da koruyan tipik bir Ortaçağ şehriydi.  Ayrıca UNESCO Dünya Miras Listesi’ndeki kentlerden biriydi. Yarışların yapıldığı Piazza del Campo meydanında şehir mahalleleri tarafından yılda iki kere ünlü Palio at yarışları düzenleniyormuş. Öğlene doğru bu meydana geldiğimizde sahayı hazırlamaya başladıklarını gördük. Mahallelerde ise bayraklar çoktan asılmıştı… Yarış zamanı çok izdiham olacağı için fazla kalamadık. Mahallelerin her biri bir hayvan ismine sahipti. Hatta daha sonra öğrendiğimize göre o gün yarışı kaz mahallesi kazanmıştı.

Sonraki durağımız San Gimignano ise İtalya’nın Toscana bölgesinde Siena’ya bağlı etrafı surlarla çevrili, çok iyi korunmuş olan bir Ortaçağ kasabasıydı. San Gimignano, yüksek kulelerle 14. yüzyıl’daki görünümünü korumakta olduğundan UNESCO Dünya Miras listesindeki yerleşimlerden biriydi. Turistlerin çoğunlukta olduğu ve özenli dükkanların bulunduğu bu yerleşimde dolaşırken gerçekten de tarihi dokuyu hissedebildik.

ilSan Gimignano’da rehberimizin tavsiyesiyle Piazza Del Duomo Meydanı’nda bulunan Ricca Pizza’dan ince dilim pizzamızı alıp yedik. Gerçekten de İtalya’da yediğim en iyi pizza buydu. Eğer giderseniz mutlaka oradan pizza yemenizi tavsiye ederim. Ayrıca meydanın aşağısında yer alan ve  “dünyanın en iyi dondurmacısı” olarak bilinen Gelateria Dondoli adlı dükkandan dondurmamızı aldık. Tekrar Piazza Del Duomo Meydanı’ndaki katedralin önündeki merdivenlere gelerek burada çevreyi gözlemleyerek molamızı tamamladık.

İtalyanların en ünlü yiyeceği pizzayla ilgili küçük bir detay da öğrenmiştik. İtalyan pizzasının en önemli özelliklerinden biri margarita pizzanın İtalyan bayrağını simgelemesiydi. Kırmızı domates, beyaz mozzarella peyniri ve ortasında bulunan yeşil fesleğen, kırmızı, beyaz ve yeşil renkten oluşan İtalyan bayrağını simgeliyordu. Rehberimizin bize ilk gün söylediği bilgilerden biri de İtalya’nın zeytin üretiminde dünyada büyük bir yer tuttuğuydu. Fakat kaldığımız hiçbir otelin kahvaltısında zeytine rastlamayışımız şaşırtıcıydı. Kahvaltı menülerinde kruvasan, kek, reçel gibi ürünler çoğunluktaydı. Belki de zeytini kahvaltıda tüketmiyorlardı.

aSan Gimignano’dan sonraki durağımız İtalya’nın en önemli sembolü olan, eğikliği 5,5 metreyi bulmasına rağmen, hala ayakta durması mucize kabul edilen, meşhur Pisa Kulesi’ydi.  Pisa Kulesi, Pisa şehrinde şehir katedralinin çan kulesi olarak ana yapıdan ayrı şekilde 1173 yılında yapılmıştı. Pisa şehrinin gücünün ve zenginliğinin sembolü olan 56 metre yüksekliğindeki kule bitirildiği tarihten itibaren güneye doğru eğilmeye başlamış.  Son yapılan projeyle ise eski haline getirilmiş.

Kuleye geliş yolu üzerinde hediyelik eşya satıcıları oldukça fazlaydı. Pisa kulesi ve İtalya’nın diğer yapılarıyla ilgili pek çok obje vardı buradaki satıcılarda.

Günün sonunda ise yine Alex Otel’e gelerek akşam yemeğinde otelimizde, İtalyanların klasik yemeklerinden olan risotto’yu seçtik.  Risotto’yu beklediğimden daha lezzetli bulduğumu söyleyebilirim.

or5.Gün sabah kahvaltı sonrası Floransa’dan Roma’ya hareket (279 km) ettik. Roma şehir turunda Colesseum, İspanyol Merdivenleri, Trevi Aşk Çeşmesi, Piazza Venezia, Vittorio Emanuela Anıtı, Roma Forum, Via Del Corso, Antik Stadyum, Vatikan Cumhuriyeti’nin dini merkezi St. Pietro Katedrali gördüğümüz başlıca yerler arasındaydı.

Roma’daki ilk izlenimimiz şimdiye kadar gördüğümüz şehirler arasında en gelişmişi ve birçok tarihi eserin olması sebebiyle buraya tekrar gelinmesi gerektiği idi. Akşam halini de gördüğümüz İspanyol Merdivenleri her daim kalabalıktı. Aşk Çeşmesi olarak tanınan Fontana di Trevi hayal ettiğim gibi büyük bir meydan ortasında değil aksine dar sokaklar arasında kalan ve sürekli kalabalık bir yerdi.

xcDaha sonra ayrı bir cumhuriyet olan dünyanın en küçük ülkesi ve Katolik mezhebinin merkezi Vatikan’a geldik. Papa’nın halka seslendiği St. Pietro Katedrali’nde sıra çok olduğu için, girişte bir süre sıranın bize gelmesini bekledik. İçerisi kalabalık olduğu ve rehberi duyabilmemiz için girişte hepimize kulaklık dağıtıldı. Önce rehberimizle dolaştığımız bu muhteşem mekanda serbest zaman olarak 1 saat verildi. Dünyadaki en önemli eserlerden biri olan Michelangelo’nun Pieta heykelini de burada çok yakından görebildik. Katedral içerisindeki Heykeltraş Bernini tarafından yapılmış barok üsluptaki bronz altar en çok dikkattimi çeken eserlerdendi. Bu eserde dahil olmak üzere yakından görebildiğim tüm yapılar ben de sevinç ve ayrıntılarıyla da şaşkınlık yaratıyordu. O kadar çok ayrıntı vardı ki 1 saat yeterli gelmedi. Hristiyanlığın en büyük kilisesi olan St. Pietro Katedrali’nin çıkışında yer alan askerler, renkli üniformalarıyla dikkat çekerek herkes tarafından fotoğrafları çekiliyordu. İsviçreli muhafızlar olduğunu öğrendiğimiz bu kişilerin kıyafetlerinin Michelangelo tarafından tasarlandığını ve yüzyıllardır bu şekilde giyildiğini öğreniyorduk. Çıkışta ise elips şeklindeki Vatikan Meydanı’nda grubumuzla buluştuk.

ujRoma’da diğer şehirlerden farklı olarak bir de gece turu konulmuştu ekstra olarak. Gece turunda Roma’nın tarihi yapılarını ışıklandırılmış haliyle görüp, şehrin akşam yaşayışını, meydanları etrafındaki dükkanları görüp bu mekanlardan birinde yemek yiyecektik. O akşam Pantheon tapınağına çok yakın olan Ciro&Ciro adlı bir restoranda yemek yedik. Benim tercihim domatesli makarna ve roka salatasıydı. Restoran, yemekleri ve bulunduğu konum itibariyle güzel bir yerdi. İyi ki Roma’nın akşam halini de gördük dediğimiz turumuzu tamamladıktan sonra Roma’da Princess Otel’de konakladık.

6. Gün sabah kahvaltı sonrasında Castelli Romani Outlet ve Dağ Köyleri ekstra turuna katıldık. Turumuzun ilk durağı Papa’nın yazlık sarayının bulunduğu Albano Gölü kıyısındaki Castel Gandolfo’ydu. Saray’ın bulunduğu meydanda bir de dünyanın en eski posta kutusunun bulunduğunu öğreniyorduk. Ardından Nemi Gölü kenarındaki Nemi Köyü’ne gittik. Her ikisi de krater gölü olan Albano ve Nemi çevresinde tüm bitki örtüsüyle korunmasıyla, sakin ve dinlendirici havasıyla görülmeye değer yerlerdi.  Bu kadar doğal yapısına karşın turistik yerler olması dolayısıyla dükkanlardaki ürünler çok da ucuz değildi.

bhNemi’de bölgenin meşhur dağ çileklerinden yapılmış turtalarımızı yedikten sonra serbest zamanımızda köyde gezerek yerel dükkanlardan hediyelik eşyalar aldık. Dükkanlarda özellikle köyün simgesi dağ çileklerinden yapılmış birçok ürün bulunuyordu.

Ardından Roma’nın dışındaki İtalya’nın en büyük Outlet’i olan Castelli Romani Outlet’e gidildi. Aslında buraya gitmek istemesek de tur paketi içinde bulunduğu için ve otobüsle gittiğimiz yolculuklarda da toplulukla hareket edildiği için bu alışveriş merkezine gitmiş olduk. Modern, iki katlı yapılardan oluşan ve dünyaca ünlü birçok markanın yeraldığı alışveriş merkezinde tahmin ettiğim gibi fiyatlar çok ucuz değildi, hatta bizim ülkemizle aynıydı neredeyse. Ayrıca çok nitelikli ürünlerde göremedim.

Gezi dönüşünde küçük bir grup Pantheon’u gündüz kapanmadan görmek istedik. Grubun çoğunluğu otobüsümüzle otele döndü. ajahBiz ise rehberimizle birlikte merkeze gideceğimiz bir metroya binerek Pantheon’a yakın bir durakta indik. Roma’ya gelip de Pantheon’u görmemek olmazdı. Pantheon sanat tarihinde gördüğümüz ve ilk olarak Antik Roma‘nın tüm tanrıları için tapınak olarak inşa edilmiş bir başyapıttır. 7. Yüzyıl’dan itibaren ise kilise olarak kullanılan Pantheon, Roma‘daki en eski kubbeli yapıdır. 43 metre geniş çaplı kubbesi ve kubbedeki kasetli tavanıyla Pantheon’u yakından görmek daha da etkileyiciydi. Ayrıca içeride yapıyı dolaşırken aniden şarkı söylemeye başlayan genç bir koro topluluğu şaşkınlık ve yapının ruhaniyetini daha da arttıran bir farkındalık yarattı. Müziği sevdiğim için belki de gerçekten gezimizdeki en güzel anlardan biriydi bence.

Roma’da serbest zaman geçirdiğimiz bu akşam Pantheon ve çevresini, Aşk Çeşmesi’ni, Nouvella meydanının akşam hallerini tekrar gördük. Buraya yakın cadde ve sokakları dolaştık. Her sokağında ayrı şenlik vardı Roma’nın. İtalya şehirleri meydanlarla dolu. Şehircilik anlayışları meydan, meydanda bir kilise, idari yapılar, çeşme ya da havuz ve dükkanlardan oluşuyor. Nouvella Meydanı’nda sokak sanatçılarının gösterilerinin yanısıra ressamların yaptığı resimler satılıyor. Meydanın ortasında Fontana dei Quattro Fiumi adlı çeşme yer alıyor. Oldukça hareketli bir meydan.

eajTrevi Aşk Çeşmesi yine çok hareketliydi. Çeşmenin bulunduğu köşede yer alan pastaneden aldığımız tiramisu ise çok güzeldi.

Vakit o kadar çabuk ve güzel geçti ki kaldığımız otele giden ve son otobüs olan on iki otobüsüne yetişebildik. Rehberimiz Roma’nın güvenli bir şehir olduğunu söylediği için de içimiz rahattı. Roma’da yine dünkü gibi Princess Otel’de konakladık.

7. gün sabah kahvaltı sonrası Roma’dan Napoli’ye hareket ettik. Öncelikle ekstra tur olarak gerçekleştirdiğimiz Vezüv Yanardağı’nın püskürmesiyle kül bulutu altında kalan ve taşlaşmış bedenlerin olduğu şimdi açık hava müzesi olan meşhur antik kent Pompei turunu gerçekleştirdik. Pompei’de villalar, Apollon tapınağı, hamam ve evlerden oluşan kentin bir kısmını gezdik. Gezdiğimiz kısımlar haritada baktığımızda kentin küçük bir kısmı olmasına rağmen güneş altında epey gezip yorulmuştuk. Pompei’nin en önemli özelliği şüphesiz Vezüv yanardağının patlamasından dolayı bu şehrin de yanarak insanların donmuş halde kalıp burada sergilenmesiydi. Pompei’den sonra Napoli şehrine giderek; Pozilipo, Mergellina, Plebiscito Meydanı, Trieste Tirentino Meydanı, Toledo Caddesi gibi belli başlı yerleri gördük. Genel olarak çok daha güzel bir şehir olarak düşlediğimiz liman şehri Napoli, özellikle Toledo Caddesi ile bana İstanbul’un Kadıköy yakasını hatırlattı. Şehir turu bitiminde Napoli’deki San Germano Hotel’de konakladık.

aaa8. Gün sabah kahvaltı sonrası saat 10.00’da Napoli havalimanına hareket ettik.  Bilet ve gümrük işlemlerinin ardından saat 13.55’te Türk Hava Yolları ile İstanbul’a döndük. Saat 17.10’da İstanbul’a vararak turumuzu sonlandırdık.

Mutlaka yapılması gerekenler:

1. Venedik’te gondol gezintisi.

2. Roma’da tüm yapıların ışıklandırılmış halini görebilmek için akşam turu.

3.Ponte Vecchio ve Ponte Rialto Köprülerinin görülmesi.

4.Tarih olarak mümkün olursa Siena’ya Palio at yarışlarının olduğu gün gidilmesi. Mahallelerde yaşayan yaşlı-genç tüm insanların aynı coşkuyu, heyecanı ve kutlama sevincini görmek için görülmesi gereken bir gün yarış günü.

Yazan: Eser Çalıkuşu-  calikusue@yahoo.com

 

Hava Durumu
Bunlara da göz atın
Tags: İtalya, roma, venedik

Benzer yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed