Mübarek ramazan ayını yaşadığımız şu günlerde umre yolculuğumu paylaşmak üzere herkese merhaba…
2011 Mart ayının sonlarında Diyanet Umre programlarına dahil olarak umreye gitmeye niyetlendik. Başvurular ise aylar önceden yapılmıştı. Ancak talep yoğunluğu yüzünden tercihimiz olan programa en yakın olanını seçebilmiştik. Mart 2011 itibari ile umreye gidenlerin sayısı 2010 umrecilerinin toplam sayısına erişmiş bile… Gerek özel turların gerekse Diyanetin çeşitli sürelerde ve bunlarla ilişkili olarak değişen fiyatlarda umre programları var, keseniz , niyetiniz hangisine uygunsa artık.
Her ne kadar Umre yolculuğu mekana yapılan bir yolculuk olsa da aslında bir bakıma da insanın kendini keşfe çıktığı içsel bir yolculuk. O yüzden oraya vardığımda manevi heybedekilerin de azık olarak gerektiğini anladım.
Havaalanında eş dost toplanmış bizi uğurlamaya gelmişti. Heyecan, mutluluk, huzur birbirine karışmış olarak selam ve duaları da emanet aldık ve sevdiklerimizi ardımızda bırakarak en sevgiliye doğru yola çıktık. Suudi havayolları ile yaklaşık 3,5 saat süren bir yolculukla Ciddeye oradan da otobüsle yaklaşık 6 saat’ lik bir yolculukla Medine’ ye vardık. Eşyalarımızı otele bırakarak hemen Mescidi Nebeviye koştuk.
Vahyin en çok indiği mekanlardan biri olan Mescidi Nebevi , Mescidil Haram ve Mescidil Aksa ile birlikte en önemli üç mescitten biriymiş. Otelimiz Mescidi Nebeviye çok yakındı ancak yaklaşık 400 000 m² ‘lik bir alana kurulmuştu ve biz yaklaşık 15 dakika yürüyerek bayanlar kapısına ulaşabiliyorduk. Mescidin bahçesine girince bambaşka bir hava sarıyordu insanı…Sanki yıllardır orada yaşıyormuşcasına tanıdık, huzurlu ve dingin…Bu genel hava aslında tüm Medinede hissediliyordu.Çoğu umreci de bunu böyle ifade ediyordu zaten.
Yeşil kubbeli görünen Peygamber Efendimizin kabri, mescidin bahçesine girerken daha karşılıyor bizi. Eski zamanlardaki gibi; ayrı bir şehre girmiş hissediyor insan kendini. Mescide girdikten sonra ise göz alabildiğine uçsuz bucaksız bir ibadethane…Genelde tüm girişlerde büyük termoslar içine zemzem suları ikrama sunulmuş.Oturduğumuz herhangi bir yerden yukarı bakınca uzayıp giden giden kubbelerse sonsuzluğu çağrıştırıyor.Burada fotoğraf çekimine izin verilmiyor.İnatçı ve ısrarcı olunursa gizli çekimler yapılabilir tabi ancak durum ve mekan olarak böyle bir ısrara gerek duymadık.
Burada esas bölüm olan Hücre-i Saadet (Peygamberimizin vefat ettiği, Hz. Aişenin odası ) ’i ziyaret ise en önemli kısımdır.Zira Peygamber
efendimizin “ Beni vefatımdan sonra ziyaret eden , sağlığımda ziyaret etmiş gibidir”; “Kabrimi ziyaret edene şefaatim vacip olur “ dediği hadisleri de rivayet edilmiştir. Resul-i Ekrem, mescidinde namaz kılmayı teşvik etmiş, evi ile minberi arasındaki yerin -ki buraya Ravza-i Mutahhara denir ve Cennet bahçelerinden bir bahçe olduğunu bildirmiştir. Ravza-i Mutahhara ‘dan başka yeryüzünde cennetten olduğu bildirilen bir yer yoktur. Mescit içindeki yoğun kalabalık sebebiyle ülkeleri grup grup Ravza ziyaretine alıyorlar. Biz de Türkiye grubu ile beraber birkaç saat bekliyor ve saatler sonra da olsa ziyaretimizi tamamlıyorduk.Ama bu uzun bekleyişlerde ; gerek ziyaretimizin heyecanıyla gerekse bizimle ilgilenen görevli bayanların sohbetleriyle zaman hızlıca akıp geçiyordu.Baktığınızda bir adım ötede yeşil halı üzerinde cennet bahçesindesiniz.Mekanın değil mananın boyut kazandığı yer. Kapatın gözlerinizi ve ne hissettiğinizi siz düşünün.
Resul-ü Ekremin kabrinin yanında, Hz. Ömer ve Hz .Ebubekir’ in de kabirleri bulunmakta. Ancak bayanlar kısmından bakıldığında sadece hiza
olarak anlaşılan kabirlerden dua ederek geçiyor ve ziyaretimizi tamamlıyoruz. Bundan sonra hangi vakit gidip ne kadar kalacağınız size kalmış. Grup olarak gitmemize rağmen çoğu zaman bireysel takılabiliyorsunuz.
Grup olarak Cennetül- Baki denilen ve halen Medine mezarlığı olarak kullanılan, şehir mezarlığı ziyareti de vardı. Dışarıdan bakıldığında boş bir arazi gibi görünen bir alan sanki. Türkiyedeki gibi mermer taşına bakıp ihtişam saydığımız süslü kabirler yok burada. Mezarlar sadece baş ve ayak ucuna konan taşlarla belirlenmiş. Sade, sıradan ama etkileyici.Burada vefat eden ziyaretçiler de memleketine gönderilmiyor ve defnediliyor.
Medinede kaldığımız sürede hurma bahçesine ve çevredeki mescit ziyaretlerine de gittik.Hurma bahçeleri gün geçtikçe azalıyormuş.Bahçe sahipleri otel inşaası yapılabilsin diye bahçeleri kasıtlı olarak kurutuyorlarmış, ne acı. Amacınız bahçeleri görmek değil sadece hurma almaksa bahçelere kadar gitmek zahmetine katlanmanıza gerek yok. Alışverişinizi Medinedeki hurma pazarından da gönül rahatlığıyla yapabilirsiniz.
Medine günlerimizde Uhud Dağını ve Medine yakınlarındaki mescitleri de ziyaret ettik. Uhud Savaşında başlangıçta Müslümanlarca üstünlük sağlamışsa da Ayneyn tepesindeki okçuların talimatlara uymayarak yerlerinden ayrılmasıyla Hz. Hamzanın da aralarında olduğu yetmiş sahabe şehit olmuş. Bugün hiçbir türbe ve mezar yapısının bulunmadığı Uhud Şehitliği de etrafı duvarla çevrili boş bir alan olarak ziyaret edilmektedir.
Ziyaret ettiğimiz mescitlerden Mescid-i Kuba ve Mescid-i Kıbleteyn bence en ilgi çekici olanlarıydı.Resul-ü Ekrem Mekkeden Medineye hicret ederken Kubaya ulaşınca burada bir süre kalmış ve ilk mescidi yaptırmış.Kuba mescidinde namaz kılmayı umreyle eşdeğer gören Hz.Peygamber Cumartesi günleri de burayı ziyaret edermiş.Biz de bu sünnete icabet ederek bu ziyaretimizden başka bir cumartesi günü tekrar Kuba Mescidine gitmiştik.
Mescid-i Kıbleteyn mescidi ise Beni Selime Mescidi iken Resul-ü Erkemin burada namaz kıldırdığı bir vakitte vahiy gelmesiyle kıblenin
Kudüs’teki Mescidi Aksa’dan , Kabeye çevrilmesi üzerine “ iki kıbleli mescid ” anlamına gelen bugünkü adını almış. Mescidi Nebevinin etrafındaki mescitleri ve Medine istasyonunu da gezdik, gördük. Hicaz demiryolu kullanıldığı zamanlarda Medine yakınlarındaki raylara keçe döşenmiş ki şehrin içinde gürültü olup Resul-ü Ekrem rahatsız olmasın. Osmanlının gösterdiği bu saygıyı ve inceliği ne yazık ki
bu zamanda görmek pek mümkün değil. Günümüz Medinesinde yoğun inşaat gürültüsü her tarafı kaplamış, uğultu şeklinde her an kulaklarımızda. Ayrıca Medineyi maket olarak görebileceğiniz ve hicretten sonra yaşanılanların tasvir edildiği müzeyi gezdik. Biz uğrayamadık fakat zamanı olanlara medine çıkışında Bedr şehitliği’de müstesna ziyaret edilecek yerler arasındaymış.
Medinedeki günlerimiz azalırken hurma alış-verişlerini ve veda ziyaretlerini tamamlayıp Mekke yolculuğu için gönlümüzü hazırlıyorduk.
Derken Medineden ayrılış günü gelip çattı. Umreye niyetlenerek ihramlarımızı giydik. Zaten böyle bir yolculuğa niyet ederseniz yanınızda size rehber olacak ve neler yapmanız gerektiğini anlatacak kişiler bulunacaktır İhrama girmek , en başta tüm dünyevi ayrıcalıktan soyunmayı ve tüm insanlarla eşitlenmeyi simgeler. Umrenin niyet edildiği ve namaz kılındığı belli “Mikat” yerleri vardır. Medineden Mekkeye gideceklerin ihram yeri ( mikat ) olarak Hz. Peygamber tarafından Mescid-i Zülhuleyfe belirlenmiş. Medineye 11 km. uzaklıktaki bu mescitte namaz kılarak umreye niyetlendik ve telbiye getirerek Mekkeye doğru yola çıktık. Yaklaşık 4 saatte Mekkeye vardık
“Buyur Allahım buyur! Emrindeyim buyur! Senin hiçbir ortağın yoktur. Emrindeyim buyur! Şüphesiz hamd sana mahsustur.Nimet de senin , mülk de senindir.Senin hiçbir ortağın yoktur.” anlamındaki telbiye dudağımızda, Kabeye vardığımızda vakit akşamdı.Vakit namazını hep beraber eda edip Kabeye yöneldik.Tüm umre boyunca ilk defa bu kadar duygulanmıştım. İşte Kabe karşımdaydı.Derler ki; Kabeyi ilk gördüğünde edilen dualar kabul olurmuş.Dua ile titreyen dilime kalbimin de eşlik etmesiyle tavafa( Kabe etrafında dönme) , umre tavafına başladık.Saatimi bile kolumdan çıkardım.Ne, zamanı ne, başka bir şeyi düşünmeden sadece o anı hissetmek istiyordum ve öyle de yaptım. Kabe bir semboldur. Mesele; yalnızca mekan olarak yakınlık değil, kişinin bu yakınlığı Rabbine olan manevi yakınlığı da arttırmaya vesile kılabilmesidir.Gözümüz Kabede, gönlümüz Yaradanda müminler denizinde katre olup aktık…
Kabenin etrafında 7 kez döndükten sonra tavafı tamamladık ve tavaf namazını kılıp zemzem de içtikten sonra, sa’y yapmak üzere Safa Tepesine yöneldik. Koşmak , hızlı yürümek anlamına gelen Sa’y, Safa ile Merve arasında usulüne göre gerçekleştirilen gidiş geliştir.
Sa’y ederken hacı , manen kurtuluşu aramak için tıpkı Hz. Hacer validemiz gibi koşar. Beşeri olandan ilahi rahmete koşar.Burada da 7 kez gidip geldikten sonra Merve Tepesinden Kabeye dönerek dua ettik ve Sa’y ı tamamladık.
Saydan sonra saçların tıraş edilmesi , tevazuu ve muhtaç oluşu sembolize eder. Biz de usulüne
uygun olarak saçlarımızdan biraz kestik ve umre ihramından çıktık. Benim için ve grubumuzdaki çoğu kişi için ilk umreydi…
Mekkede kaldığımız günlerde başka umreler yapma fırsatımız da oldu. Bunlardan birinde Mekkeye 20 km. uzaklıktaki Hudeybiye Mescidine gittik ve dönerken Hz.Peygamberin de yaptığı gibi deve sütünden içtik.
Mekkede kaldığımız sürede tüm umrelerimizi grupla yaptık.Eğer oralara gider de gruptan ayrı olarak’ da umre yapmak isterseniz yakındaki mikat kapılarına kadar giden şehir içi araçlar var. Onlarla umreniz için gerekli mikat sınıra varmış olursunuz. Zaten bir defa umre yaptıktan sonra esasları kavrayarak bireysel olarak da umre yapabilirsiniz. Tabi her umrenin içinde yaklaşık 2 kmlik tavaf ve 3 kmlik Say ın olduğunu hesap ederek. Eğer bu kadar yolu yürümeye gücünüz yetmezse tekerlekli iskemle ile sizi belli ücretle taşıyabilecek görevliler de var.
“Hacılar bedeniyle Kabeyi tavaf eder, beka ister
Muhabbet ehli kalbiyle arşı tavaf eder, lika ister.”
Kabede yapılabilecek en güzel ibadetlerden biri de “Tavaf” mış. Tavaflarımızdan birinde babamla birlikte “hatim” denilen ve daha önceden Kabeye dahil olan yarım daire şeklindeki alana girdik ve ilk defa Kabeye dokundum. Kabenin kendine has kokusunu içine çekerken, tarif edilemez duygulara kapılıp gidiyor insan.
Mekke civarında da bir grup gezimiz oldu. Bu gezimizde civardaki mescitleri , Arafat , Minayı, Müzdelifeyi, Hira ve Sevr Dağını ziyaret ettik. Ayrıca Mekkenin merkezindeki şu an müze- kütüphane olarak kullanılan Peygamberimizin doğduğu evi‘ de ziyaret edebildik. Umrede Arafat, Mina ve Müzdelife’de yapılacak herhangi bir iş ve davranış yoktur.Ancak umreye
gelenler haccın rüknü ve vacibi olan ibadetler için burayı görmek isterler. Arafat ; Hz. Adem ile Hz. Havvanın yeryüzüne indikten sonra buluştuğu, Hz. Peygamberin Veda Hutbesini okuduğu , hacıların arife günü vakfeye durarak af dilediği yerdir.Arafat’a grupla beraber çıkabildik.Ancak o kadar çok satıcı ve dilenci vardı ki manevi havası bu ortamda eriyip gitmiş.
Diğer yerlerden ise genelde otobüsle yada kısa ziyaretlerle geçtik. Hira ve Sevr Dağlarını ziyaret için ise akşam ayrı bir grup oluştu, ayağına ve gücüne güvenenler için Umremiz boyunca ibadethanelerde o kadar çok çocuk vardı ki onları da cemaatten sayar olmuştum. Ama hepsi küçük hacılar olmuş gibi vakar doluydular. Namaz kılarken imamın içinden okuduğu sureleri bebekler-çocuklar cıvıltı ve ağlama sesleri ile dolduruyorlardı.Anneler ise bir o kadar sessiz ve sakin.Tavaf sırasında bile ailelerin baş tacı olan çocuklar görülmeye değerdi…
Hemen her vakit namazının ardından cenaze namazı kılınıyordu. Meğer ne çok cenaze varmış.Hatta bir keresinde cenazeleri görme fırsatımız oldu.Kahverengi, yeşil bezlere sardıkları cenazeyi bir tahtanın üzerine koyup koşarcasına kabre götürüyorlardı. Bizdeki tüm ritüellerle karşılaştırınca yine daldım düşüncelere.
Mekke, Medine’ye göre daha kaotik ve gürültülü bir şehir. Şehre ilk girdiğimizde Zemzem Kuleleri
karşıladı bizi. Osmanlı Devleti’nin Kabe’yi korumak için 18. yüzyılda yaptırdığı Ecyad Kalesi’nin yerine yapılan dev kuleler bunlar. Kale, Ocak
2002’de Suudi Arabistan hükümeti tarafından yerine otel yapmak için yıkılmış. Ecyad tepesi düzleştirildiği için kompleks, Kabe’ye iyice yakınlaşmış. Yaklaşık 800 metre yükseklikteki Sevr Dağı’ndan bakıldığında Mekke’ye hâkim tek yapı olarak Zemzem kuleleri gözüküyor. Kalenin yıkılmasıyla Mekke’deki 500 yıllık Türk hakimiyetinden geriye Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamit tarafından Kabe’nin etrafında inşa edilen revaklar dışında eser kalmamış.Kuleler otel ve alışveriş merkezi olarak kullanılıyor..O kadar büyük ve ihtişamlı bir yapının Kabe etrafında bu kadar yakında olmasını Arap kültürünü anlamaya çalışmadan yadırgıyorum biraz.Kim bilir belki burada konaklasaydım farklı bir bakışla
düşünebilirdim.Kuleler dışında da alışveriş yapılabilecek çok yerler var.Ancak tavsiye edilen en güzel hediyeler hurma ve zemzem. Hurmayı Medine’den zemzemi ise Mekke’den temin edebilirsiniz.
Yemeklerimiz, kaldığımız otellerde Türk damak tadına uygun olarak sunuldu.Hatta içtiğimiz zemzem sularının etkisiyle mi bilmem son zamanlarda yemek yeme ihtiyacı duymaz olmuştuk. Yine de dışarıda değişik tatlar denemek isterseniz kolayca ulaşabileceğiniz çeşitli et ve hamur işi yemekler var. Ancak hijyen ve servis konusunda titiz biriyseniz biraz zorlanabilirsiniz. Arapların kakuleden ve az kavrulmuş kahveden yaptığı aromatik kahvelerini severim ama bir kere içebildim. lur da bir yerlerde
rastlarsanız hurma ile birlikte benim için de bir fincan için derim.
Sizin için yazıyı yazarken büyük keyif aldım ve özlediğimi hissettim. Eğer siz de bu keyfi yaşamak isterseniz tek tavsiyem mümkün olduğunca genç gitmektir. Yaşlı hacıların çoğu Türkiye’den.Ancak bu yolculuk aynı zamanda fiziksel güçlülük de gerektiren ve farkındalıkla dönüldüğünde manevi heybemize katacak azık için zaman gereken bir yolculuk. Orada bulunan ve gönlünden gitmeyi dileyen tüm gönül dostlarına selam ve dua ile…
Sevgiyle kalın…
Yazan: İlknur Kılıç- ilknurkiliç17@hotmail.com
07-27/ Nisan/2011