1.1.11
Üç ülkelik, 12 günlük kompakt Uzakdoğu seyahatimiz bugün başlıyor. Yeni yılın ilk günü, çoğubkişinin henüz yatatan kalkmadığı saatlerde İsmail’le yola çıkıyoruz. Uçağımız saat 15:00 te.
Başta 6 kişiydik ama bilet alma aşamasında seyahat ekibi 2 kişiye kadar düştü. Seyahatin odak noktası Kamboçya ve bu, bazı arkadaşlarımıza pek ilginç gelmedi nedense. Bence müthiş yanılgı.
Çorlu, otobüs, metro ve havaalanındayız. Check-in kontuarında bizi küçük bir şok bekliyordu. Görevli kız yolcu listesinde adımızın bulunmadığını söylüyor. E-biletlerimizi gösterince şefini arıyor. Biletimizi THY’den almıştık. Ama uçuşu Malezya Havayolları gerçekleştiriyor. Şef, hatanın THY’de olduğunu, isimlerimizi Malezya Havayollarına bildirmesi gerektiğini ama bildirmediğini söylüyor. Allahtan uçakta yer varmış ve check-inimiz yapılıyor. Bu bize ders olsun. Anlaşılan, ortak uçuşlarda operatör firmayı da arayıp teyid almak gerekiyormuş…
Uçaktan önce 1 saat kadar Millenium Lounge’da keyif yapıp saat 15:00 te havalanıyoruz. Bugüne kadar seyahatlerimin hiçbirini bir tur şirketiyle yapmadım. Hem kafama göre bir program yapmak, hem de geziyi biraz daha ucuza çıkarabilmek için epey yorucu da olsa seyahat organizasyonlarımı kendim yapıyorum. İnternet sağolsun! Yarının programının gözden geçirilmesiydi, yemekti, çay kahveydi, uykuydu, kahvaltıydı derken 10 saatlik non-stop uçuşumuzu tamamladık.
2.1.11
Saat 06:30 gibi Kuala Lumpur’un uluslararası havaalanı KLIA’deyiz. Soğuk bir kış günü terk
etmiştik Türkiyeyi. 10 saat sonra şimdi 30° sıcaklıklı tropik bir ortamdayız.
KLIA, dünyanın en iyilerinden biri kabul
edilen, çok görkemli ve etkileyici bir havaalanı. KLIA’den şehir merkezi
yaklaşık 50 km. Eğer tek başınıza seyahat ediyorsanız, merkeze giden en
ekonomik yol metro. 35 RM verip yaklaşık yarım saatte Kuala Lumpur’un (bundan
sonra KL diyeceğiz. Malezyalılar da öyle diyor.) merkezindeki KL Sentral
istasyonuna ulaşıyorsunuz. Oradan da, metro, monoray veya otobüsle istediğiniz
yere gidebilirsiniz. Biz iki kişiyiz ve bir taksiyle 75 RM’e otele kadar
gidebileceğiz. Yani kişi başı metroyla aynı fiyata geliyor.
Taksiyle havaalanından ayrıldıktan sonra tropikal ortam kendini iyice hissettirmeye
başlıyor. Bitki örtüsü ağaçlar, yeşillikler farklı…
KL’e giden yol üzerinde, Cyber Jaya denilen, KL’in Silikon Vadisinin önünden geçerken bir
binanın üzerinde gördüğümüz “Bangunan Mustapha Kamal”, yani “Mustafa Kemal
Binası” yazısı ise bizim için çok hoş bir sürpriz oluyor.
Otelimiz, şehir merkezine yakın, daha alt gelir gurubundaki insanların yaşadığı, ama
şehrin görülmesi gereken bölgelerinden biri olan Chow Kit semtinde. Hem daha
ucuz olması, hem de hemen yakınında bir monoray istasyonunun olması Cititel
Express oteli seçmemizdeki temel etkenler.
Yaklaşık 40 dakikada KLIA’den otelimize geliyoruz.
Taksiden inince burnumuza hafiften pek de hoş olmayan bir koku geliyor.
“Bu ne yahu?” diye birbirimize bakıp otele dalıyoruz. Kayıt kabulden sonra
odamızdayız. Odamızı beğeniyoruz. Tertemiz rahat, klimalı. Ve en önemlisi
penceresinden KL’in çok fotografik bir manzarasını görüyoruz. Önde birkaç katlı binaların olduğu bir mahalle
ve onların ardında aralarında muhteşem Petronas Kulelerinin de bulunduğu gökdelenler… Mutluyuz ! Şu ana kadar işler yolunda…
Yorucu ve uzun bir uçak yolculuğu, çok kısa süren bir geceden (Malezya ile aramızda 5
saat fark var) sonra iyi bir dinlenmeye ihtiyacımız var. Ama KL de geçirecek
sadece 3 günümüz ve yoğun bir programımız var. Duş ve kısa bir yatak keyfinden
sonra sokaktayız…
Sokakta bizi yine o koku karşılıyor. Hedefimiz Petronas Kuleleri’nin de bulunduğu KLCC
(Kuala Lumpur City Center). Hava sıcak ama biz gene de KLCC’ye yürüyerek
gitme niyetindeyiz.
Petronaslar’a doğru yönelip otelin arka tarafındaki sokakta ilerlemeye başlıyoruz. Yol
kenarında rengarenk tropik meyvelerin satıldığı birkaç manavdan sonra, ağzında
şeker kamışı demetleri bulunan bir koridor bizi çağırıyor. Önce Hindistan
cevizi rendecileri, sonra uzun palalarla tavukları kesen tavukçular derken
kendimizi müthiş bir pazarda buluyoruz.
Bingo! Burası KL’in en büyük ıslak pazarı, Chow Kit Wet Market veya ‘Bazaar Baru Chow Kit’.
Islak Pazar’da sebze meyve, deniz ürünleri, tavuk,et, sakatat, baharat vs gibi çok çeşitli ürünler satılıyor. Satılan
ürünlerin niteliğinden dolayı yerler ıslak ve bu da zaten burasının “Islak Pazar” diye anılmasının nedeni.
Islak Pazar, KL’e giden her fotoğraf meraklısının mutlaka görmesi gereken bir mekan.
Satıcılar gayet sempatik ve güleryüzlü. Fotoğraf makinelerimize karşı da gayet
sıcak davrandılar. Ama gariptir, bu rengarenk pazarda hiç turiste rastlamadık…
Yaklaşık 1 saat sonra , “sonra tekrar gelelim” diyerek ‘Bazaar Baru Chow Kit’ten ayrılıp gene Petronaslar’a doğru yola
koyulduk. Yürüyoruz. Hava sıcak. Yürüyoruz, hava daha da sıcak sanki…
Otel odamızdan “hemen şuracıkta”, “15 dakikada varırız!” gibi görünen Petronaslar’a bir türlü ulaşamayınca, “Bu sıcakta fazla
zorlamayalım” deyip önümüze çıkan bir metro istasyonuna dalıyoruz. 2 durak sonra KLCC deyiz…
KLCC, KL’in merkezi. Petronas ikiz kuleleri, alışveriş merkezleri ve çok güzel parklar var. Sabah erken gelenlere Petronas Kuleleri’ni birleştiren köprüye çıkma ve etrafı yukarıdan seyretme imkanı var. Ancak bizim programımız buna pek uygun değil. Biraz dolaşıyoruz. Kuleleri ve etrafı fotoğrafladıktan sonra KL’in ünlü alışveriş merkezi Suria’da karnımızı doyuruyoruz. Artık yorgunluk alametleri başladı. Otelde biraz dinlenip yeniden çıkalım diyor ve bir taksiye atlayıp otele dönüyoruz.…
2 saatlik dinlenme iyi geldi. Şimdi rotamız Dataran Merdeka, yani Bağımsızlık Meydanı.
Otelimiz, Tuanku Abdul Rahman Caddesi üzerinde. Tuanku Abdul Rahman, Malezya’nın 1957 de İngilizler’den bağımsızlığını
kazandıktan sonraki ilk başbakanı. Ve bu cadde bizi doğruca Dataran Merdeka’ya, Bağımsızlık Meydanı’na götürecek. 15 dakikalık yolu etrafa bakınıp, fotoğraflar çekerek 45 dakikada alıp Dataran Merdeka’ya varıyoruz.
Dataran Merdeka, Bağımsızlık Meydanı’nda İngiliz koloniyal dönemden bir seçkinler kulübü –Royal Club Selangor- ve onun kriket sahası var. Onun karşısında da sömürge yönetiminin sekreterya binası. Bu binanın adı şimdi Sultan Abdul Samad binası. Etkileyici bir mimarisi var. 19.YY sonunda bir İngiliz mimar tarafından “Moorish” adı verilen İslami bir mimari tarzda tasarlanmış. Binada şu anda İletişim ve Enformasyon Bakanlığı hizmet veriyor.
Dataran Merdeka’dan sonra yolumuz Masjid Jamek’e düşüyor. Jamek -veya Cuma- Camii, KL’in
en eski ve en turistik camii. 1907 de KL’in iki nehrinin birleştiği noktada Sultan Abdul Samad binası gibi “moorish” stilinde yapılmış. Aslında bu yer KL’in tarihinin de başladığı yermiş. Çünkü KL sadece 150 yıl öncesine kadar küçük bir köymüş ve ilk yerleşimciler de ilk kulübelerini 2 nehrin birleştiği bu bölgede yapmışlar. Kuala Lumpur’un Malayca’daki anlamı da zaten “Çamurlu Haliç”’miş…
Burada camiler bizim alıştığımız tarzda kapalı mekanlar değil. Malezya’nın tropik ikliminde kış diye bir mevsim olmadığından namaz kılınan yerlerin etrafında duvar yok…
Cuma Camii’nden sonraki güzergahımız China Town. KL de China Town demek Petaling Street demek. Yer isimlerini genellikle İngilizce yazıyorum. Çünkü buradaki çocuklar bile İngilizce biliyor ve yerler Malayca adları kadar İngilizce adlarıyla da tanınıyor.
Petaling Street’e girmeden önce ulu bir ağacın gölgesinde merdivenlere oturup
dinleniyoruz. O sırada yanımıza gelen Çin kökenli bir Malezyalı bizimle laflamak istiyor. Adı Steve Wonk’muş. Hristiyan. Nereden geldiğimizi soruyor. “Türkiye’den” deyince ırkımızı merak ediyor. “Türkiye’den dedik ya” diyorum, “Türküz tabii!”. Hemen itiraz ediyor, “Yooo, siz Türk olamazsınız!” diyor. “Niye?” diye sorunca da “Siz beyazsınız!” diyor. “Türkler beyaz değildir“.
Yani bizim biraz Orta Asya tipli, biraz çekik gözlü, veya biraz esmer olmamız
gerektiğini kastediyor. Türk olduğumuza pek ikna olmayıp bu kez “ne tarafındansınız?” diye soruyor. Avrupa tarafından olduğumuzu söyleyince zoraki ikna oluyor. 20 sene kadar önce İstanbul’a gelmiş Steve. Türkiye’nin çok güçlü bir ülke olduğunu söylüyor ve Tayyip Erdoğan’dan övgüyle bahsediyor. Tayyip Erdoğan övgüsü ve hayranlığıyla daha sonra da birçok kez karşılaşacağız Malezya’da…
Steve’le vedalaşıp Petaling Street’e dalıyoruz. Cıvıl cıvıl, rengarenk, tipik Çin figürleriyle süslü keyifli bir yaya bölgesi burası. Küçük sokak lokantaları, publar, ıvır zıvır satan tezgahlar, kestaneciler, meyveciler, turistik eşyacılarla dolu sokakları şöyle bir arşınlayıp bir puba oturuyoruz… Artık soğuk bir birayla keyif yapmanın zamanı…
China Town’dan ayrıldığımızda saat akşamın altısını geçiyor. Buraya kadar gelmişken Central Market’i de görelim deyip oraya da bir uğruyoruz. 19. yy sonlarından kalma bu tarihi çarşı da KL’in görülmesi gereken yerleri arasında sayılıyor ama biraz da yorgunluktan mıdır nedir, benim pek ilgimi çekmiyor. Şöyle bir dolaşıp çıkıyoruz. Hava kararıyor artık. Otele dönmeden bir maddeyi daha işlemeliyiz programdan. China Town’ın hemen yanındaki Sri Maha Mariamman tapınağı, KL’in en eski ve en zengin Hindu tapınağıymış. Buraya kadar gelmişken orayı görmeden dönecek değiliz herhalde…
Sri Maha Mariamman, çok renkli bir Hindu tapınağı. Kapıda ayakkabılarımızı emanete bırakıp yalınayak giriyoruz tapınağa. İçeride insanlar tanrılarına ikramda bulunup dua ediyorlar. Sanıyorum bir de vaftiz töreni var. Bir anne bebeğiyle birlikte sıra bekliyor. Yarım saat kadar içeriyi dolaşıp, dini ritüelleri izliyoruz.
Tapınaktan çıktığımızda artık hava iyice kararmış durumda. Tapınağın ışıklandırması hoşumuza gidiyor. İyi ışıklandırılmış yerlerde geceleri harika fotoğraflar çıkar. Dataran Merdeka’dan da harika gece fotografları çıkarabileceğimizi düşünerek istikameti oraya çeviriyoruz.
Sultan Abdul Samad Binası Yanılmamışız. Sultan Abdul Samad binası çok güzel aydınlatılmış ve harika fotoğraf veriyor. Geldiğimize değdi. Büyük bir keyifle yarım saat fotoğraf çekiyoruz burada. Dün geceyi uçakta geçirip uyku uyumamış, bugün de kilometrelerce yürüyüşten sonra acayip yorgun olmamıza rağmen, mutlu mesut, yine Tuanku Abdul Rahman caddesinden yürüyerek dönüyoruz otelimize. Penceremizde bu sefer KL’in harika bir gece manzarası var. Odada, yol üstünde gördüğümüz bir 7Eleven marketten aldığımız içecek ve çerezlerle bir keyif partisi veriyoruz kendimize. Şıkır şıkır ışıklı Petronas kulelerine karşı çukulata kokulu bir puro yakıyor İsmail. Sigara içmem ama bu kokuyu pek severim. Bir tane de ben yakıyorum ve Petronas kulelerine karşı halkalar yaparak savuruyorum dumanlarını, büyük bir keyifle…
3.1.11
Gittiğim yerlerde mümkünse gündoğumunu da seyretmeyi severim. O yüzden hazırlık notlarımın arasına, oranın o dönem gün doğumu ve gün batımı saatlerini de alırım. Sabah 6 gibi kalkıyorum. Dün gece erken yattığımız için uykumu almışım. Hava henüz aydınlanmamış. Gün yavaş yavaş aydınlanırken pencereden KL fotoğrafları çekiyorum. Tropik iklimli yerlerde olduğu gibi KL’de de hareket, günün erken ve serin saatlerinde başlıyor. Gün yavaş yavaş aydınlanırken sokaklardaki hareketlenme de hızlanıyor. Saat 9’a doğru kahvaltıya iniyoruz. Otelin kahvaltısının iyi olması benim için önemlidir. Yorucu geçecek güne sıkı bir kahvaltıyla başlamak isterim. Ama Cititel Express’in kahvaltısını zayıf buluyoruz. Ve ilk puanımızı kırıyoruz. Ananas, kavun karpuza biraz fazlaca yüklenip
kahvaltıyı tamamlıyoruz.
Bugün programda şehrin hemen yanındaki Lake Gardens ve Batu Caves var. İlk durağımız Lake Gardens’a gitmek için önce monorayla Chow Kit’ten KL Sentral istasyonuna gidiyoruz. Oradan da bir taksiyle Lake Gardens’a… Lake Gardens, yaklaşık bin dönümlük bir arazide kurulmuş çeşitli temalı parklardan oluşuyor. Kelebek bahçesi, orkide bahçesi, kuş bahçesi, geyik bahçesi gibi bahçeleri hakkını vererek dolaşabilmek için 1-2 günü buraya ayırmak lazım. Ama ne yazık ki bizim o kadar vaktimiz yok.
Yalancı cennete benzeyen bu harika parkta büyük bir keyifle yaklaşık 2 saat dolaşıyoruz. Hava sıcak ve rutubetli. Park çalışanlarının, kuytu yerlerde uzanıp uyuduklarını görüyoruz. Bir grup genç, segway’lerle dolaşıyorlar. Havada kara bulutlar toplanırken “Bir kafeteryada soğuk bir birayla kendimize gelelim” diyor İsmail. Tuhaf ama park içindeki kafeteryalarda bira yok. Biraz hayal kırıklığıyla ihtiyaç görmek üzere bir tuvalete giriyoruz. Çıktığımızda, az önce toplanan kara bulutların kuvvetli bir yağmura dönüştüğünü görüyoruz. Birer iskemleye oturup yağmuru seyretmeye başlıyoruz. Yağmurun yumuşak sesi ve 2 saatlik yürüyüşün yorgunluğuyla sızıp kalıyoruz tuvaletin önündeki iskemlelerimizde…
Yarım saat kadar süren şekerlemeden uyandığımızda yağmur dinmese de yavaşlamış. Buradan nasıl döneceğimizi düşünürken oraya gelip yolcu bırakan bir taksi imdadımıza yetişiyor. Bizde 4,35 gibi olan benzinin fiyatı Malezya’da 1,25 gibi. O yüzden taksiyle gezmek çok germiyor adamı. Taksiciyle Batu Caves için anlaşıyoruz. Taksimetre açmak istemiyor ama söylediği fiyat ta makul. Şoförümüz Müslüman bir Malay. Türk olduğumuzu öğrenince Tayyip Erdoğan’dan övgüyle söz ediyor. Ben onların başbakanının adının ne olduğunu hala bilmiyorum ama konuştuğumuz hemen tüm Malaylar Erdoğan’ı tanıyor ve takdir ediyor. Sanıyorum bunlar “One Minute”in etkileri… Ülkedeki gelir dağılımının bozulduğundan şikayet ediyor taksicimiz. Zenginlerin giderek daha zengin, fakirlerin ise daha fakirleştiğini söylüyor. Mevcut iktidardan pek memnun değil.
Yaklaşık 20 dakika sonra Batu Caves’teyiz. Batu mağaraları, KL’e 12-13 km mesafede, yaklaşık 400 milyon yıllık kireçtaşı bir tepede bulunan 100 metre tavan yüksekliği olan doğal bir oluşum. 19. yy’nin ikinci yarısında Hindular bu mağaraları tapınağa dönüştürmüşler. Mağaraların önünde yaklaşık 43 metre boyunda bir Hindu tanrısı olan Muruga’nın heykeli var. Burası, Hindistan dışındaki en popüler Hindu tapınağıymış.
Mağaralara 272 basamakla çıkılıyor. Merdivenlerde ve iki yandaki ağaçlık alanda yaşayan onlarca maymun burayı ziyaretçiler için daha da ilginç ve eğlenceli bir yer haline getiriyor. Bizim için de öyle oldu ve yaklaşık yarım saatimizi maymun fotoğraflamasına ayırdık. Devasa mağaranın içindeki küçük küçük Hindu tapınaklarını da gördükten sonra çıkıyoruz.
Batu Caves’ten dönüşümüzü trenle yapacağız. Mağaraların hemen yanındaki istasyona gittiğimizde bekleyen trenin bir vagonuna hamle ediyoruz. Ama bir istasyon görevlisi, o vagona binemeyeceğimizi söylüyor. Şaşırıp nedenini sorunca vagonun üstünde bizim fark etmediğimiz yazıyı gösteriyor. Vay canına! Bu vagon “Bayanlar Vagonu” imiş meğerse. Erkeklerle aynı vagonda yolculuk etmek istemeyen kadınlara ayrılmış bir özel vagon!
Yarım saatlik bir tren yolculuğundan sonra yine KL’deyiz. KL Ana İstasyon’da iniyoruz trenden. Ana istasyon da, KL’de görülmesi gerekli mimari eserlerden biri. 1910 yılında, burada dikkat çeken tüm tarihi binalar gibi “Moorish” tarzında yapılmış.
Şimdi istikamet Bukit Bintang caddesi. Bukit Bintang, KL’in İstiklal Caddesi gibi bir cadde. KL’in lüks alışveriş ve eğlence bölgesi. Monorayı sevdik. Gene bir monoray istasyonu bulup monoraya binip, Bukit Bintang istasyonunda iniyoruz. Önce bir Mc Donald’s a girip karnımızı bir doyuruyoruz. Artık akşam oldu. Bukit Bintang’ı ve birkaç alışveriş merkezini dolaştıktan sonra tekrar monorayla otele dönüyoruz…
4.1.11
Bugün KL deki 3. Günümüz. Günün programında, Wet Market, Menara KL ve Putra Jaya var. Önce ilk gün tesadüfen girip doyamadığımız Islak Pazar. Islak Pazar’da gene bir saat geçirip doya doya fotoğraflar çekiyoruz. Burası tam bir fotoğrafçı madeni.
Şimdi sırada Menara KL var. Yani KL Minaresi denen döner TV kulesi. Burası KL’in yukarıdan panoramik bir şekilde görülebileceği en iyi yer. 421 m yüksekliğiyle dünyanın 4. Yüksek kulesi. Menara KL’de 1 saat kadar zaman geçirip bir taksiyle Putra Jaya’ya yola çıkıyoruz. Putra Jaya Malezya’nın yeni hükümet şehri. Bu yeni modern şehir, KL’e 40 km kadar mesafede, tüm hükümet kurumlarını, bakanlıkları barındırmak üzere kurulmuş. Henüz tamamlanmamış ama bu haliyle bile biz çok etkileyici bulduk. Yapay bir gölet, bir nehir, bu nehir üzerinde çalışan tekneler var. İki yakanın bir tarafında devlet daireleri bakanlıklar, diğer tarafında ise buralarda çalışanların lojmanları var.
Putra Jaya Caii ve Başbakanlık Sarayı Putra Jaya’da ilk ziyaret ettiğimiz yer, modern Putra Jaya Camii. Cami, göl kenarında ve Başbakanlık Sarayı’nın tam karşısında. Camiye girerken, camiden çıkan 60’lı yaşlarında bir beyefendi, güleryüzle bize “Hoşgeldiniz” deyip, Müslüman olup olmadığımızı sordu. Müslüman olduğumuzu öğrenince bu kez hangi ülkeden olduğumuzu sordu. “Türkiye” deyince gözleri parlayarak “Ooo Türkiye!” dedi. Kendisinin Malezya Parlamento üyesi ve adının da Muhsin olduğunu söyleyince, ben de “Ben de Erdoğan” diyorum. Arkadan da “ama başbakan değilim!” diye ucuz bir espri patlatıyorum. Ama Muhsin Bey kibar adam. Bir kahkaha patlatıp beni muhabbetle kucaklıyor. Biz de kendisine Putra Jaya ve Malezya hakkındaki beğenimizi anlatıyoruz. Sıcak bir sohbet oluyor. Putra Jaya’daki turumuzu tamamlayıp aynı taksiyle geri dönüyoruz. Otelde biraz dinlendikten sonra akşam yemeği ve sonrasında vakit geçirmek üzere Bukit Bintang’a gidiyoruz. Bu, KL’deki son gecemiz. Bir şeyler yiyip içip dolaştıktan sonra otele dönüyor ve KL programımızı tamamlıyoruz. Yorucu ama ilginç ve keyifli bir 3 gün geçirdik. Sonuçta geldiğimize değdi……
Yarın sabah 2
günlük bir ziyaret için Singapur’a gideceğiz.
Yazan: Erdoğan Özen
Gezi tarihi: 1.1.2011