Dünyanın yeni yedi harikasından birinin  Ürdün’deki Petra antik kenti olduğunu duyuyorduk. Uygun bir zamanda gidip orayı görmeyi aklımızın bir köşesine yazmıştık. Bu amaçla araştırmaya başladık. Gördük ki Ürdün’e nisan-mayıs ya da ekim-kasım aylarında gidilir. Bunun dışında ya çok sıcak ya da soğuk oluyormuş. Araştırmalarımız sonunda Ürdün’de Petra antik kenti dışında Ölü deniz ve Kızıldeniz kıyısındaki Akabe şehrini de görmemiz gerektiği sonucuna vardık.

 

Yine anladık ki başkent Amman görülmeye değecek bir yer değil. Bu ön bilgiler doğrultusunda 2011 Kasım ayı başlarında bir akşam 19:00da İstanbul’dan Amman’a 2 saatlik bir uçuşla vardık. Ürdün’de benzinin litresinin 2TL kadar olduğunu bildiğimiz için ulaşımda daha çok taksiyi tercih etmeyi planlamıştık. Zaten akşam saat 21:30 civarında Amman’dan yaklaşık 200 km güneydeki Petra antik kentine başka bir ulaşım aracı bulmamız da mümkün değildi. Havaalanından çıkmadan önce bir miktar parayı (dolar ya da euro) Ürdün Dinarına çevirttik.Çıkıştaki taksi ofisinin önündeki fiyat tabelasında Petra için 68 JOD yazıyordu. JOD Ürdün para birimi dinarın uluslar arası kısaltması. 1 JOD yaklaşık 2.2 TL. Bir taksiye binerek Petra’ya doğru yola çıktık. Yaklaşık 2,5 saat sonra Petra’ya vardık. Daha önce internetten bulduğum 3 yıldızlı bir otele 24:00 sıralarında giriş yaptık. (2 kişi 1 gece yaklaşık 115 TL ) Hemen yattık. Sabah 8:00 de kalkıp kahvaltımızı yapıp , otelden çıkışımızı da yapıp, valizlerimizi resepsiyona bırakarak Petra’yı gezmek için dışarı çıktık (rahat bir ayakkabı, rahat ve hafif giysiler bir de şapka ile).Üç kilometrelik bir yürüyüş ve dış mekanda 700-800 basamak çıkılacak bir parkur bizi bekliyordu. Kasım başı olmasına rağmen sıcaklık 22-23 derece, şapka kullanmazsanız cildiniz güneşte yanıyor, üstelik hafif esinti de olduğu için fark etmiyorsunuz. Petra’da milat civarında Nebatiler yaşamışlar. Büyük kaya kütlelerini oyarak, yontarak barınaklarını ve tapınaklarını yapmışlar.

 

Antik kente giriş kişi başı 110-120 TL. Petra’ya girer girmez ve daha sonra zaman zaman ellerindeki kartpostalları ve minik, değersiz birtakım hediyelik eşyaları satmaya çalışan küçük çocukları görüyorsunuz.  Ayrıca sizi bu uzun parkurda atla, eşekle ve deveyle gezdirmeyi teklif eden ısrarcı yöre insanları da var. Antik kentin yüzeyi genelde gülkurusu toprak ve kayalardan oluşuyor. Yürüyüş sonrası ayakkabılarınız bu renge bürünüyor. Petra buram buram antik çağ kokan bir yer. Sanki Aspendos’u ve Efes’i alıp Ürgüp’ün doğasına yerleştirmişsiniz gibi.

 

Zaman zaman çölde yürür gibi iken bir anda kendinizi 300 metre yükseklikteki dev kaya kütlelerinin içinde dar dehlizlerden geçerken buluyorsunuz. Bu uzun dehliz sonunda bir açık alan ve karşımızda büyük görkemli bir tapınak buluverdik.

 

Biraz soluklandıktan sonra yürüyüşümüze devam ettik. 2000 yıldan bu yana rüzgar, yağmur, soğuk, sıcak gibi dış etkenlerle yer yer aşınmış, birleşmiş 700- 800 basamağı çıkmaya başladık. Sanki Tibet Nepal doğasındaki dik dağlara dar basamaklarla çıkıyormuşsunuz gibi. Ancak bu doğada hiç yeşil yok. Her yer toprak ve kaya. Zaman zaman soluklanıp çantamızdan bir şeyler atıştırıp su içiyoruz. (gittiğimiz ülkelerde yöre yemekleri yememek gibi bir alışkanlığımız var; ya peynir sandviç meyve gibi şeyler yiyoruz ya da tanıdık fast-foodlarla geçiştiriyoruz) Tabi merdivenleri çıkarken geriye dönüp baktığınızda harika bir manzara sizi bekliyor. Sonunda nefes nefese en tepede geniş bir alana çıkıyorsunuz. Burada görkemli bir manastır var .

 

Tam karşısına prefabrik bir kafe yapmışlar. Burayı da yöre tarzı minderler yastıklarla dekore etmişler. Yarım saat kadar oturup çay-kahve içtikten sonra çevreyi biraz dolaşıp dönüş yoluna koyuluyoruz. Aynı yol ama bu kez kolay; çünkü iniyorsunuz. Biz inerken, çıkanlardan bazıları soluk soluğa bize “tepeye daha çok var mı?”  diye soruyorlar. Gülümseyerek “az kaldı” diyoruz. Saat 15:00 de antik kentten çıktık. Otelimize gidip, valizlerimizi alıp bir taksi ile 140 km. daha güneyde, Ürdün’ün tek kıyı kenti Akabe’ye doğru yola koyulduk. Taksi ücreti 80 TL kadar. Akabe küçük bir kent. Kızıldeniz’e kıyısı sadece 26 km. Bu nedenle hem turistik hem de stratejik önemi var. Sahilden körfezin karşı kıyısındaki İsrail ve Mısır net olarak görünüyor. Akabe’ye, daha önce hiç deneyimimiz olmamasına rağmen, “belki yapabiliriz” düşüncesi ile dalış için gittik. Çünkü Kızıldeniz’in dünyadaki en güzel dalış yerlerinden biri olduğunu öğrenmiştik. Yine internetten isimlerini not ettiğimiz 2-3 yıldızlı pansiyon gibi otellerden birine akşam 19:00 civarı giriş yaptık.

 

Bu oteller özellikle dalış yapmak için gelenlerin tercih ettiği, şehir merkezinden 8-12 km. daha güneyde ve kıyıda yeralan oteller. İki kişi, iki gece toplam 235 TL kahvaltı dahil. Akşamdan resepsiyondaki görevliye dalış yapmak istediğimizi ve hiç deneyimimizin olmadığını söyledik. Bizim gibiler için “discover squba” denilen bir programlarının olduğunu, bunun da kişi başı 45- 50 dakika ve 80 TL olduğunu, yapmak isteyenleri sabah saat 10:00 da resepsiyonun önünden topladıklarını söyledi. Odamız basit ama temizdi. Sabah kahvaltı sonrası saat 10:00 da resepsiyona gittik. Sadece ikimiz vardık. Sevindik tabi. Dalış hocamız önce kısa bir tıbbi sorgulama yaptı. Sonra bize bir “onam belgesi !!! “ imzalattı. Daha sonra bedenimize göre dalgıç giysileri ve paletler denenip ayarlandı.

 

Üzerimizde dalgıç giysileri, ellerimizde paletlerimiz bir minibüse bindik. Sadece eşim ve ben; hocamız da şoför. Oksijen tüpleri arkada yola koyulduk. 400 –500 m. ilerde bir kıyıda durduk. Hocamız bize 15 dakika kadar dalış bilgisi verdi. Sonra önce ben paletlerimi de giydim. Oksijen tüpümü taktım. Hocamla beraber kıyıdan denize doğru yavaş yavaş yürüdük. Eşim kıyıda bekledi. Belimize kadar ilerleyince durduk. Hocam kıyıda öğrettiklerini başımı suyun içine sokarak denememi istedi. Birlikte uyguladık. Sonra yavaş yavaş ilerleyip dalmaya başladık. Başlangıçta biraz heyecanlanıyorsunuz, kulaklarınız acıyor ama kısa sürede hepsi geçiyor. Kızıldeniz’de sualtında 7-8 metrede yaklaşık 40 dakika kadar kaldık. Daha birinci metrede harika bir dünyaya adım attığımı anladım. Rengarenk, minicikten 40-50 cm. e kadar çeşit çeşit balıklar, harika mercanlar, deniz kestaneleri, su yılanları…Sanki bir rüya gibi…Kendimi belgesel çeken bir kameraman gibi hissettim. Çıktıktan sonra bu kez ben kıyıda kaldım, eşim ve hocamız Kızıldeniz’de kayboldular. Dalışımızı tamamladıktan sonra mutlu mesut otelimize döndük. Dalışlardan sonra en az 15 saat uçağa binmemek ve dağa tırmanmamak gerektiğini söylediler. Otelimizin önündeki sahilde denize girerek biraz daha yüzdük. Öğleden sonra giyinip 10 kmkadar uzaktaki Akabe şehir merkezini gezmeye gittik. Küçük ama Amman!a göre daha modern bir şehir. Turistler dışında tüm kadınlar türbanlı. Sadece yüzleri ve elleri açıkta. Çarşaf peçe görmedik. Erkeklerinin kadınlara bakışları rahatsız edici. Otelimize döndük ve havuz kenarında oturup Kızıldeniz’de günbatımını izledik. Görmemiz gereken bir yer kalmıştı. Ölü deniz. Diğer adı ile Lut Gölü. Bu göl Akabe’den 300 kmkadar kuzeyde, Amman’dan 70-80 kmgüneyde bir yer. Otelimizin önünde sürekli duran taksicilerden birisiyle konuştuk. Taksiciye, ertesi sabah 8:00 de bizi almasını, önce 300 km. kuzeydeki Ölü Deniz’e götürmesini, orada 2 saat kadar bizi beklemesini(Çünkü Ölü Deniz’ e de girmemiz gerekiyordu), sonra tekrar bizi alıp Amman’a götürmesini istedik. Bu iş için bizden 75 JOD (yaklaşık 170TL) istedi. Uygun bulup anlaştık. Böylece ilk gün havaalanından Petra’ya da biraz pahalı geldiğimizi anlamış olduk. Ertesi sabah kahvaltı sonrası şoförümüz bizi aldı. Yaklaşık 4 saat sonra Ölü Deniz’ e ulaştık. Ölü Deniz aslında bir göl. Doğu kıyısı Ürdün, Batı kıyısı İsrail. Göl deniz seviyesinden400 maşağıda. Bu özelliği ile dünyada başka benzeri yok. Tuzluluk oranı okyanusun 10 katı. İşte bu özelliği ile de bu gölde batmak mümkün değil. Gölde hiç canlı yaşamıyor. Göl kıyısında güzel bir tesis var. Giriş ücretli. Ürdün vatandaşları için 10 JOD, yabancılar 15 JOD (35TL) ödüyorlar. Soyunma kabinleri ve duşlar var. Mayolarımızı giyip kıyıya ulaştık. Kıyı yoğun tuz nedeniyle tabaka tabaka olmuş. Yürümek zor. Gözünüze su kaçmamasına çok dikkat etmeniz gerekiyor. Yoksa 15 dakika gözünüz kıpkırmızı olup çok acı çekiyormuşsunuz. Bu nedenle kimse başını suya sokmuyor. Ellerimize birer gazete alıp göle girdik. Belimize kadar suya girince biraz tereddütle kendimizi sırtüstü suya bıraktık. Baktık ki gerçekten batmıyoruz. İşte o zaman işin tadını çıkarmaya başladık. Oradaki diğer insanlar gibi sanki deniz üzerinde yatıyormuş ve gazete okuyormuş gibi birbirimizin resimlerini çekmeye başladık.

 

İki saat kadar sonra çıkıp duşumuzu alıp giyindik. Bizi bekleyen şoförümüzle Amman’a doğru yolumuza devam ettik. Saat 16:00 gibi Amman’da idik. Şoförümüz bizi bir meydanda bıraktı ve gitti. Biz küçük valizlerimizle Amman caddelerinde dolaşmaya başladık. Gerçekten pek özelliği olmayan kalabalık bir şehir. Akşam bir taksi ile havaalanına geldik. Uçağımıza binip İstanbul’a döndük. Üç günlük güzel bir rüyaydı sanki…

Yazan: Serdar Sönmez serdarsonmeztr@yahoo.com

Hava Durumu
Bunlara da göz atın
Tags: Amman, Petra, Ürdün

Benzer yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed